• 9 Nisan 2011, Cumartesi

NİSAN YAĞMURLARI

Nisan ayının ilk günlerinde bir akşam ve dışarıda abartmadan, sesini fazla yükseltmeden yağan bir yağmur var.

Benim evimde çok uzun yıllardır kurulu bir televizyon yoktur. O nedenle istemediğim bir programı açmam ve izlemek zorunda kalmam. Yani neyi ne zaman dinleyeceksem keyfime göre kendim belirlerim. Bu belirlemeyi yaparken bilgisayarımdan yararlanırım. Bu bazı zamanlar müzik, bazı zamanlar da film ya da belgeseldir. Kısacası evimde aptal kutusunun esiri değilimdir.

Zamanını benim belirlemediğim tek şey yağmurdur. O yağmaya başladığı zaman her şeyi bırakır, penceremi açar ya da balkona çıkar onu dinlerim.

Bugün yağmur o kadar dinlendirici, o kadar iç rahatlatıcı ki şaşarsınız. Sesinde iğne ucu kadar huzursuz edici bir ton yok. Hiçbir klasik müzik onun verdiği huzuru veremez şu an bana.

Sakin, belli bir tonda ve bir o kadar da mutluluk notaları dolu.

Her damla ayrı bir nağmeyi taşıyor sanki. Balkon demirlerine çarpıp tuz buz dağılışı, bahçeden pencereme kadar gelen limon ağacının yapraklarına vurup yavaşça aşağıya süzülüşünün bana verdiği keyif burada nasıl anlatılır bilemiyorum. Komşunun iş makinelerini koyduğu damın teneke çatısı, bizim bahçe ocağının üstündeki kiremitler, diğer komşunun kümesinin naylon örtüsü… Hepsi birlikte bir konçertoyu tamamlamaya çalışıyor sanki. Ya da bir senfoniyi; asla bitmesini istemeyeceğim bir senfoniyi. 

Gün boyu yaşadıklarımı düşünmeyecek kadar duru bir duygu yükü taşıyorum şu an.

Oysa iki saat kadar önce gündemde siyaset vardı. Tüm çirkinliği, entrikası ve ikiyüzlülüğüyle.

Aday adayları birbirlerinin kuyularını kazmışlar..

En yakın dostlar birbirine sırt çevirmiş…

Baba Bay A’nın yanında koşuşturmuş, oğul Bay B’nin…

Biri başında namaz takkesi kahve köşesinde ulema havalarında fetvalar veriyor; siyasetçi mi yoksa misyoner mi belli değil.

Diğeri arabasının camına Atatürk posteri yapıştırmış; “köylü milletin efendisidir” sözünü O söyledi sanıyor.

Öteki parmağına kurt kabartma yüzük takmış; Alp Er Tonga’yı şiir kahramanı sanıyor.

Bir diğeri “Kürdara Azadi” havalarında da nihilizmle anarşizmi birbirine karıştırmış ve bağlı olarak da benliği yokluğun içinde.

Mutfağımın balkona çıkış kapısına koyduğum sandalyede dalmış düşünüyorum.

Yukarıda örneğini verdiğim bu insanlar siyaset, siyaset diyerek kendilerini ve birbirlerini yerlerken evdeki çocuklarına, eşine, anne babasına ne kadar zaman ayırıyorlar?

Ailece en son ne zaman papatya toplamaya gittiler?

En son ne zaman siyaset konuşmadan evlerinin çatısı altında bir günü geçirdiler?

Küçük oğlunun sözünün parti başkanının sözünden daha önemli ve hayati olduğunu hiç fark etti mi yukarıda örneklediğim kişilerden biri?

Çok mu saldırgan yazıyorum?

Çok mu sivri dilliyim?

Ne zaman yağmuru dinleyip hissetsem mutlu oluyorum ve huzur buluyorum.

Elimi saçağın dışına uzatıyorum. Avucuma düşen damlalar iz bırakıp dağılıyor. Dağılıyor ama iz bırakıyor. Nisan yağmuru da olsa bıraktığı izle avucumu üşütüyor; üşüyorum. İliklerime kadar titrediğimi hissediyorum bir an.

Gülümsüyorum.

Mutluluk üşütür mü?

Huzur iliklerine kadar titretir mi insanı?

Birilerinin düşüncelerinin peşinde değil de kendi özünde düşüncelerle yaşıyorsa iliklerine kadar titreyerek huzur buluyor, üşüyerek mutlu oluyor insan.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.


Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.