Zamanın birinde köyün birine bir imam tayin edilmiş.
İmam pılı pırtıyı toplayıp gelmiş köye, yerleşmiş.
Namaz vakti geldiğinde gidip ezanını okumuş ve girmiş camiye. Beklemiş, beklemiş ama gelen giden yok. Tek başına namazını kılmış ve kalkıp köy kahvesine gitmiş. Köyün erkeklerinin çoğunu orada oturur bulmuş. Selam vermiş bir köşeye oturmuş.
Onlara, köye tayin olan imam olduğunu söyleyip kendini tanıtmış.
Herkes saygıyla ona ‘hoş geldin’ diyerek, halini hatırını sormuş.
Köylünün samimiyetinden çıkardığı şu:
‘Benim tayin olduğumdan haberdar değillerdi. O nedenle namaz vakti ezan okunacağını bilmiyorlardı, hazırlıksızdılar. Sonraki namaza mutlaka gelirler.’
Sonraki ezandan sonra da camiye gelen giden olmamış; daha sonrakilerde de.
Yola çıkıp, kendisinden önceki imamın yanına gitmiş. Durumu anlatmış. Önceki imam;
“O köydeki insanların camiye gelip namaz kılma huyları yoktur” demiş.
“İyi de sen onca yıl orada ne yaptın?”
“Ezanımı okuyup, namazımı kılıp evime gittim” demiş eski imam.
Oturup düşünmüş imam. Ne yaparım da köylüyü camiye getiririm, diye türlü yollar aramaya başlamış. Sonunda en iyi yolun onlara yakın olmak olduğunu düşünmüş ve işe koyulmuş.
Namaz vaktinden çok önce köy kahvesine gidiyor, sohbete katılıyor ve vakit geldiğinde;
“Arkadaşlar, izin verin ben ezanı okuyup geleyim” deyip camiye gidiyor, ezanı okuyup, namazını kılıp geliyormuş köylünün yanına.
Üç gün, beş gün böyle devam etmiş. Bir süre sonra kahvede oturanlardan bir ikisine;
“Caminin önü kahveden serin oluyor, gelin orada oturup sohbet edelim” diyerek onları camiye getirmeye başlamış. Namaz vakti de;
“Siz oturun, ben ezanımı okuyayım, sohbete devam ederiz” diyerek ezanını okumuş. Ezandan sonra onları camiye davet etmiş.
“İyi de, bizim abdestimiz yok” diye bahane uydurmuşlar.
“Biz girmeyelim hoca, üstümüz başımız temiz değil” diyerek camiye girmeyi kabul etmemişler ama imam bu cami önü sohbetleri tekrarlamaktan vazgeçmemiş.
“Yahu, temiz olup olmamak önemli değil, camiye gelmişken gelin şu vakit namazını kılıverin” ısrarını yapıyormuş.
“Çoraplar kir içinde hoca” demişler.
“Ayakkabıyla camiye girmek günah mı ki? Girin öyle” diye ısrar etmiş hoca.
Bu ısrarlara dayanamayan bir ikisi girip camiye namazını kılmaya başlamış.
Cami önünde sohbetlerden sonra ‘zaman geldi, girip namazı kılalım, sonra sohbete devam ederiz’ önerileri devam etmiş. Zaman içerisinde cemaat üç beş tane olmuş.
İmamın tayini çıkmış.
Yerine gelen imam ilk vakit namazında gözlerine inanamamış. Köylü abdestsiz, ayakkabılarıyla camiye giriyor, namaz kılıyor.
Apar topar eski imamın yanına gitmiş.
“Yahu adamların üstü başı kirden, tozdan, topraktan geçilmiyor. Öyle camiye giriyorlar” diye şikayette bulunmuş.
“Ben o kadarını yapana kadar anam ağladı” demiş eski imam.
“Ayakkabılarını çıkartmalarını da sen ikna et. Daha fazlası senin görevin.”
Aklıma günümüz yerel yöneticileri geldi de…
Durum ahvali bu fıkranın iyi anlatacağını düşündüm.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.