• 22 Ağustos 2012, Çarşamba

Bayram burnumuzdan geldi

Bu bayramı azar işiterek geçirdik, burnumuzdan geldi. Nedenini anlatmadan önce özür borcumu ödemek istiyorum.

Geçen Cuma yazamadım. Perşembe günü içinde bulunduğum ruh hali yazmamamı gerektiriyordu. İstemeden olmuştu ama çok sevdiğim birini hak etmediği halde üzmüştüm. O durumda yazamazdım, yazmadım. Böylesine kişisel bir nedenden dolayı yazamadığım için sizlere özür borçlanmıştım.  Bu borcumu ödüyor ve geçmiş bayramınızı tebrik ediyorum.

Pazartesi günü de bayram tatili nedeniyle arazi olduğumuzu da hatırlatmak istiyorum.

Neyse ki; bir hafta aradan sonra yine birlikteyiz. Kaldığımız yerden haftanın üç günü (Pazartesi, Çarşamba ve Cuma) yazmaya devam edeceğiz.

Gelelim bayramın burnumuzdan gelmesine…

Siyasetçi veya sorumlu bürokrat olmadığıma şükrettiğim ama gazeteci olmanın zorluğunu yaşadığım bir bayram oldu. Köyde (Kırkışık - Asmalılar) ve Çine’de bayram ziyaretine gittiğimiz her yerde azar işittim.

Daha önce gereksiz yere binlerce kez layık görüldüğüm “Ne biçim gazetecisiniz?” sözünü en yakınlarımdan duymak, bayramı burnumdan getirdi.

Haklıydılar; onlarca insanın ölümüne neden olan bölünmüş yol çalışmaları ile ilgili yeteri kadar kamuoyu oluşturamamış, yaptığımız haberler ve yazılarımızla siyaseti ve bürokrasiyi harekete geçirememiştik.

İlk birkaç serzenişi çok kafaya taktım, bayramı ilk günün ilk saatlerinde bitirip eve kapanmayı bile düşündüm. Birkaç ziyarette daha azar işitince alışmaya başladım. “Haklısınız, yapacak bir şey yok” veya “yazıyoruz ama ciddiye alan yok ki” gibi cümlelerle geçiştirmeyi öğrensem de çok utandım.

Kulaklarımda çınlıyordu insanların söyledikleri. Biz gazetecileri de eleştiriyorlardı ama siyasetçiler ve işin sorumlusu bürokratlar için söylenenler yenilir yutulur cinsten değildi. Belediye başkanı, ilçe başkanı, vekil, kaymakam, vali, bölge müdürü, genel müdür, bakan ve niceleri için neler dediler neler.

Bakır kaplar için arada bir yapılan parlatma işlemine tabi tuttular. Bu işlem insanları bakır gibi parlatmıyordu.
Şükrettim gazeteci olduğuma. Küçük de olsa elimden geleni yapmıştım yol sorunu ile ilgili. Dua ettim siyasetçi olmadığım için yoksa evden dışarı çıkamayacakmışım.
Sorumluluk sahibi olmak, onurlu davranmak ve dik durmanın ne denli zor olduğunu bir kez daha anladım. Onursuzluğun, sahtekârlığın ve üçkâğıtçılığın nasıl düzene hâkim olduğunu da öğrendim.

İngiltere’de prematüre doğduğu için ön ayakları pembe alçı ile sarılı sevimli sıpa öğretti bunu bana. Yol nedeniyle rahatsızlık duymayan ve gereğini yapmayanların yüzlerinin derisi o sıpanınkindenmiş, yaşlandıkça da sertleşiyormuş. Lafı bırak sopayla bile kızarmazmış. Konuştuklarımız öyle dedi.

İyisi mi biz alınganlık yapmaya ve utanmaya devam edelim. Sıpayı sevelim ama derisine özenmeyelim.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.


Bugün için kayıtlı nöbetçi eczane bilgisi bulunamadı.